Makûs Ne Demek? Tarihten Bir Hikâyeyle Anlatayım
Selam dostlar, bugün biraz farklı bir şey yapmak istedim. Hepimizin günlük dilde arada duyduğu, ama tam manasını kestiremediği bir kelime var: “makûs”. Kimi yerde “talih” ile birlikte kullanılır, kimi yerde “makûs kader” diye karşımıza çıkar. Kulağa ağır, eski ama derin bir anlam yüklü. Ben de size, bu kelimenin tarih içindeki izini, küçük bir hikâyeyle aktarmak istiyorum.
Kasabanın Sessizliği
Uzak bir Anadolu kasabasında, 1910’ların başında yaşayan küçük bir topluluk vardı. Kasaba insanı, yoksulluğun, savaş söylentilerinin ve giderek yaklaşan kargaşanın gölgesinde yaşıyordu. İnsanlar birbirine sıkı sıkıya bağlıydı ama geleceğe dair umutları, sanki gökyüzünü kaplayan kara bulutlar gibi ağırdı. İşte o günlerde köyün ileri gelenleri, kahvede toplanıp kader üzerine konuşurlardı.
Orada iki kişi hep ön plandaydı: Mehmet ve Zeliha. Mehmet, savaş görmüş, hesap kitap bilen, çözüm odaklı bir adamdı. Zeliha ise kasabanın öğretmeni; çocuklara okuma yazmayı öğreten, insanlara dertlerinde destek olan, kalbiyle konuşan bir kadındı.
Bir gün kasabaya bir haber geldi: Sınırda gerilim artmış, askerler seferberlik için hazırlık yapıyormuş. Kahvede herkesin yüzü asıktı. İşte o anda biri “Bizim makûs talihimiz bu işte…” dedi. Mehmet sustu, Zeliha gözlerini kapadı. O kelime, insanların yüreğine ağır bir taş gibi oturmuştu.
Mehmet’in Stratejisi
Mehmet o akşam kahveden kalkıp uzun uzun düşündü. Ona göre “makûs” denen şey, sadece kötü kaderin bir adıydı. Ama kaderin önüne akılla, planla, mücadeleyle geçilebilirdi. Ertesi gün köy meydanına insanları topladı:
— “Bakın!” dedi. “Biz ‘makûs’ diyerek teslim olmayacağız. Tarlamızı daha iyi ekmek için yeni yöntemler bulacağız. Yolumuzu güçlendireceğiz. Kadınlarımız ve çocuklarımızı koruyacak plan yapacağız. Yoksa bu kelime hep başımıza kara yazı gibi yazılacak.”
Onun sözleri insanlara güven verdi. Erkekler arasında hemen bir planlama başladı. Kim su yollarını kontrol edecek, kim erzakı saklayacak, kim askerlik çağına gelenleri hazırlayacak… Mehmet’in zihni hep çözüme odaklıydı. Onun için makûs, yenilmesi gereken bir kaderdi.
Zeliha’nın Empatisi
Zeliha ise olaya farklı yaklaştı. O, insanları sadece akılla değil, kalple de ayakta tutmak gerektiğini biliyordu. Akşamları kadınları topluyor, çocuklarla oyunlar oynatıyor, yüreklere su serpiyordu.
— “Makûs talih,” diyordu, “bizi korkutmak için kullanılan bir sözdür. Ama unutmayın, talih sadece başa gelen değildir; ona nasıl karşılık verdiğimizdir. Birbirimize sahip çıkarsak, en kara yazı bile beyaza döner.”
Onun bu sözleri kasabada bambaşka bir hava estirdi. İnsanlar, Mehmet’in stratejik aklıyla Zeliha’nın şefkatli yaklaşımını bir araya getirdiklerinde, bir bütün oluyorlardı. Erkekler çözüm bulurken kadınlar umut aşılıyordu. İşte o noktada kasaba, makûsun sadece “ters” demek olduğunu, ama tersine çevrilebileceğini fark etti.
Makûs’un Anlamı
Peki, hikâyenin başındaki soruya dönelim: Makûs ne demek? Tarih kitaplarına baktığınızda “makûs” kelimesi “ters, aksi, olumsuz, kötü giden” anlamına gelir. Özellikle “makûs talih” ifadesi, sanki sürekli tekrarlanan kötü kaderi anlatır. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan dönemde bu kelime, halkın dilinde neredeyse bir damga gibiydi.
Ama Mehmet’in hikâyesi bize şunu gösteriyor: Makûs, sadece olumsuzluğu işaret eden bir kelime değil, aynı zamanda tersine çevrilmeyi bekleyen bir durumdur. Zeliha’nın yaklaşımı ise, makûsun aslında insanı birleştiren, dayanışmayı ortaya çıkaran bir sınav olduğunu ortaya koyar.
Kasabanın Dersleri
Yıllar geçti, kasaba zorlu günler atlattı. Kimi gençler savaşa gitti, kimi dönmedi. Ama kasaba ayakta kaldı. İnsanlar hâlâ makûs kelimesini hatırladığında, Mehmet’in stratejik aklını ve Zeliha’nın empatik kalbini birlikte anarlar. Çünkü o gün öğrenmişlerdi ki:
- Erkeklerin çözüm odaklı bakışı, zor zamanlarda yol açar.
- Kadınların empatik yaklaşımı, o yolda yürümeyi kolaylaştırır.
- Makûs, ters giden bir talihse; onu çevirmek için akıl ve kalp birlikte gerekir.
Bugüne Yansıması
Şimdi dönüp baktığımızda, biz de kendi hayatımızda “makûs” anlarla karşılaşıyoruz. Bir işin ters gitmesi, bir hayalin yarım kalması, bir yolun kapanması… İşte tam da o anlarda, bu eski kasabanın hikâyesi akla gelmeli. Çünkü “makûs” bir son değil, tersine çevrilmeyi bekleyen bir başlangıçtır.
Tarih boyunca milletimizin yaşadığı nice zorluk, makûs talihin gölgesinde şekillendi. Ama her defasında akılla, sabırla, empatiyle aşmayı bildik. Çünkü bizler öğrendik ki, kaderi yazan kalem sert olabilir ama onu okuyan göz, onu yeniden yorumlayabilir.
Son Söz
Makûs, sadece eski bir kelime değil; içinde mücadele, umut ve dönüşüm barındıran bir kavram. Mehmet ve Zeliha’nın hikâyesinde gördüğümüz gibi, erkeklerin çözümcü tarafı ile kadınların empatik yönü birleştiğinde, makûs talih tersine çevrilebilir.
Belki de bu yüzden, forumda bu yazıyı okuyan herkese şunu hatırlatmak isterim: Hayat bazen ters akar, ama unutmayın, en makûs an bile yeniden yazılabilir. Ve belki de o an, sizin için yeni bir tarih başlangıcı olur.
Selam dostlar, bugün biraz farklı bir şey yapmak istedim. Hepimizin günlük dilde arada duyduğu, ama tam manasını kestiremediği bir kelime var: “makûs”. Kimi yerde “talih” ile birlikte kullanılır, kimi yerde “makûs kader” diye karşımıza çıkar. Kulağa ağır, eski ama derin bir anlam yüklü. Ben de size, bu kelimenin tarih içindeki izini, küçük bir hikâyeyle aktarmak istiyorum.
Kasabanın Sessizliği
Uzak bir Anadolu kasabasında, 1910’ların başında yaşayan küçük bir topluluk vardı. Kasaba insanı, yoksulluğun, savaş söylentilerinin ve giderek yaklaşan kargaşanın gölgesinde yaşıyordu. İnsanlar birbirine sıkı sıkıya bağlıydı ama geleceğe dair umutları, sanki gökyüzünü kaplayan kara bulutlar gibi ağırdı. İşte o günlerde köyün ileri gelenleri, kahvede toplanıp kader üzerine konuşurlardı.
Orada iki kişi hep ön plandaydı: Mehmet ve Zeliha. Mehmet, savaş görmüş, hesap kitap bilen, çözüm odaklı bir adamdı. Zeliha ise kasabanın öğretmeni; çocuklara okuma yazmayı öğreten, insanlara dertlerinde destek olan, kalbiyle konuşan bir kadındı.
Bir gün kasabaya bir haber geldi: Sınırda gerilim artmış, askerler seferberlik için hazırlık yapıyormuş. Kahvede herkesin yüzü asıktı. İşte o anda biri “Bizim makûs talihimiz bu işte…” dedi. Mehmet sustu, Zeliha gözlerini kapadı. O kelime, insanların yüreğine ağır bir taş gibi oturmuştu.
Mehmet’in Stratejisi
Mehmet o akşam kahveden kalkıp uzun uzun düşündü. Ona göre “makûs” denen şey, sadece kötü kaderin bir adıydı. Ama kaderin önüne akılla, planla, mücadeleyle geçilebilirdi. Ertesi gün köy meydanına insanları topladı:
— “Bakın!” dedi. “Biz ‘makûs’ diyerek teslim olmayacağız. Tarlamızı daha iyi ekmek için yeni yöntemler bulacağız. Yolumuzu güçlendireceğiz. Kadınlarımız ve çocuklarımızı koruyacak plan yapacağız. Yoksa bu kelime hep başımıza kara yazı gibi yazılacak.”
Onun sözleri insanlara güven verdi. Erkekler arasında hemen bir planlama başladı. Kim su yollarını kontrol edecek, kim erzakı saklayacak, kim askerlik çağına gelenleri hazırlayacak… Mehmet’in zihni hep çözüme odaklıydı. Onun için makûs, yenilmesi gereken bir kaderdi.
Zeliha’nın Empatisi
Zeliha ise olaya farklı yaklaştı. O, insanları sadece akılla değil, kalple de ayakta tutmak gerektiğini biliyordu. Akşamları kadınları topluyor, çocuklarla oyunlar oynatıyor, yüreklere su serpiyordu.
— “Makûs talih,” diyordu, “bizi korkutmak için kullanılan bir sözdür. Ama unutmayın, talih sadece başa gelen değildir; ona nasıl karşılık verdiğimizdir. Birbirimize sahip çıkarsak, en kara yazı bile beyaza döner.”
Onun bu sözleri kasabada bambaşka bir hava estirdi. İnsanlar, Mehmet’in stratejik aklıyla Zeliha’nın şefkatli yaklaşımını bir araya getirdiklerinde, bir bütün oluyorlardı. Erkekler çözüm bulurken kadınlar umut aşılıyordu. İşte o noktada kasaba, makûsun sadece “ters” demek olduğunu, ama tersine çevrilebileceğini fark etti.
Makûs’un Anlamı
Peki, hikâyenin başındaki soruya dönelim: Makûs ne demek? Tarih kitaplarına baktığınızda “makûs” kelimesi “ters, aksi, olumsuz, kötü giden” anlamına gelir. Özellikle “makûs talih” ifadesi, sanki sürekli tekrarlanan kötü kaderi anlatır. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan dönemde bu kelime, halkın dilinde neredeyse bir damga gibiydi.
Ama Mehmet’in hikâyesi bize şunu gösteriyor: Makûs, sadece olumsuzluğu işaret eden bir kelime değil, aynı zamanda tersine çevrilmeyi bekleyen bir durumdur. Zeliha’nın yaklaşımı ise, makûsun aslında insanı birleştiren, dayanışmayı ortaya çıkaran bir sınav olduğunu ortaya koyar.
Kasabanın Dersleri
Yıllar geçti, kasaba zorlu günler atlattı. Kimi gençler savaşa gitti, kimi dönmedi. Ama kasaba ayakta kaldı. İnsanlar hâlâ makûs kelimesini hatırladığında, Mehmet’in stratejik aklını ve Zeliha’nın empatik kalbini birlikte anarlar. Çünkü o gün öğrenmişlerdi ki:
- Erkeklerin çözüm odaklı bakışı, zor zamanlarda yol açar.
- Kadınların empatik yaklaşımı, o yolda yürümeyi kolaylaştırır.
- Makûs, ters giden bir talihse; onu çevirmek için akıl ve kalp birlikte gerekir.
Bugüne Yansıması
Şimdi dönüp baktığımızda, biz de kendi hayatımızda “makûs” anlarla karşılaşıyoruz. Bir işin ters gitmesi, bir hayalin yarım kalması, bir yolun kapanması… İşte tam da o anlarda, bu eski kasabanın hikâyesi akla gelmeli. Çünkü “makûs” bir son değil, tersine çevrilmeyi bekleyen bir başlangıçtır.
Tarih boyunca milletimizin yaşadığı nice zorluk, makûs talihin gölgesinde şekillendi. Ama her defasında akılla, sabırla, empatiyle aşmayı bildik. Çünkü bizler öğrendik ki, kaderi yazan kalem sert olabilir ama onu okuyan göz, onu yeniden yorumlayabilir.
Son Söz
Makûs, sadece eski bir kelime değil; içinde mücadele, umut ve dönüşüm barındıran bir kavram. Mehmet ve Zeliha’nın hikâyesinde gördüğümüz gibi, erkeklerin çözümcü tarafı ile kadınların empatik yönü birleştiğinde, makûs talih tersine çevrilebilir.
Belki de bu yüzden, forumda bu yazıyı okuyan herkese şunu hatırlatmak isterim: Hayat bazen ters akar, ama unutmayın, en makûs an bile yeniden yazılabilir. Ve belki de o an, sizin için yeni bir tarih başlangıcı olur.