[color=]Akdeniz İkliminde Don Olur mu? Bir Hikâyenin İçinden Soru…[/color]
Merhaba dostlar,
Bugün sizlerle bir hikâye paylaşmak istiyorum. Belki biraz duygusal, belki biraz düşündürücü. Ama en çok da “Akdeniz ikliminde don olur mu?” sorusuna bambaşka bir gözle bakmanızı sağlayacak bir hikâye.
Hani bazen doğa, insanın ruh halini yansıtır ya — güneşin altında bile içimize bir soğukluk çöker. İşte bu hikâye, tam da o soğuklukla yüzleşen iki insanın hikâyesi: biri çözüm arayan, diğeri anlam arayan.
---
[color=]1. Bölüm: Sıcak Topraklarda Bir Soğuk Sabah[/color]
Mersin’in bir köyünde, sabahın ilk ışıklarıyla uyanan Halil, limon bahçesinin kenarında sigarasını yakarken toprağın çatlamış yüzeyine baktı. Bir gece önce sabaha kadar rüzgâr esmiş, termometre sıfırın altını göstermişti.
“Akdeniz’de don olur mu?” diye söylendi kendi kendine.
Yıllardır çiftçilik yapıyordu. Hava tahminlerini ezberler, toprakla konuşur gibi davranırdı. Ama bu sabah, limon ağaçlarının yaprakları kararmış, dallar kırağıyla kaplanmıştı.
Tam o sırada, eşi Emine sessizce yanına geldi. Elinde bir fincan sıcak çay, üzerinde yün şal.
“Yine sabahın köründe bahçeye mi indin Halil?” dedi, sesi yumuşak ama endişeliydi.
Halil derin bir nefes aldı. “Emine, don vurmuş. Geceden beri uğraştım ama olmadı. Sobaları kuramadık, motoru çalıştırmadım. Olmaz sandım. Akdeniz’de don mu olurmuş?”
Emine sustu. O an sadece ağaçlara baktı. Dalların üzerindeki buz tabakası, güneş doğdukça parlıyor, eridikçe damlalar yere düşüyordu.
“Olur Halil,” dedi usulca. “İnsanın kalbinde bahar bile olsa, bazen bir soğuk gelir. Yine de sabah olur.”
---
[color=]2. Bölüm: Çözüm Arayan Adam, Anlam Arayan Kadın[/color]
Halil için bu bir savaş gibiydi. Bahçedeki her ağaç, yılların emeğiydi. Hemen harekete geçti:
- Toprak termometresini kontrol etti,
- Don pervanelerini temizledi,
- Sulama hattını açtı,
- Kalan limonları kurtarmak için plastik brandaları serdi.
Onun dünyasında duygular değil, sonuçlar önemliydi. “Bu zararı minimuma indirmem lazım,” diyordu kendi kendine. Çünkü kayıplar, onun gururuna dokunuyordu.
Emine ise o sabah evin içinde dolaşırken, pencereden bahçeyi izliyordu. Kocası donla uğraşırken, o sessizce köydeki kadınlara mesaj attı. “Don vurmuş, çocuklar için sıcak çorba yapalım mı? Bahçelerde çalışanlar var.”
Halil’in stratejisi ağaçları kurtarmaktı; Emine’ninki insanları ısıtmaktı.
Birinin elinde termometre, diğerinin elinde çorba kepçesi vardı. Ama ikisi de aynı şey için çabalıyordu: yaşamı korumak.
---
[color=]3. Bölüm: Akdeniz’in Soğuk Yüzü[/color]
Günün ilerleyen saatlerinde köyde dedikodu yayılmıştı: “Don vurmuş, limonlar gitti.”
Kimisi “Bu iklimde de olur muymuş böyle şey?” diye şaşırıyor, kimisi “İklimler karıştı artık, şaşmaz hiçbir şey kalmadı” diyordu.
Halil akşam üzeri köy kahvesine gittiğinde herkes aynı konuyu konuşuyordu.
Biri, “Ben kuzeyden geldim, orada don beklenir; ama burası başka,” dedi.
Bir diğeri, “Artık Akdeniz bile güvenli değil, eskiden bu zamanlar denize girerdik,” diye ekledi.
Halil sessizce oturdu, bir süre dinledi. Sonra başını kaldırıp şöyle dedi:
“Arkadaşlar, doğa bile değişiyorsa, bizim inadımızın ne anlamı var? Akdeniz’de don olmaz sanmak, insanın kendini kandırmasıymış. Belki biz de bazı şeyleri donduruyoruz, farkında olmadan…”
Kahve sustu. O an herkesin yüzünde kendi donu vardı — kimisi umutlarını, kimisi hayallerini, kimisi sevdiklerini dondurmuştu.
---
[color=]4. Bölüm: Gecenin Sessizliği, İnsanın Kırılganlığı[/color]
O gece Halil yine bahçeye indi. Hava hâlâ soğuktu, ama gökyüzü yıldızlarla doluydu. Yavaşça bir ağacın yanına oturdu, elini buz tutmuş bir dala sürdü.
Emine arkasından geldi, sessizce yere oturdu.
“Bak,” dedi Halil, “şu dallar geçen yıl ne kadar yeşildi. Şimdi hepsi ölü gibi.”
Emine elini onun elinin üstüne koydu.
“Ölü değil Halil. Donmak ölmek değildir. Donmak bazen beklemektir. Güneş yine doğacak, belki biraz zaman alacak ama kökler sağlam.”
Halil o anda karısına baktı, ilk kez yıllardır böyle sessiz bir teselliye ihtiyaç duyduğunu fark etti. Emine, toprak gibi konuşuyordu — yavaş ama derin.
---
[color=]5. Bölüm: Donun Ardından Gelen Uyanış[/color]
Birkaç hafta geçti. Kırılan dallar budandı, toprağa yeni fidanlar dikildi.
Köyde herkes yeniden çalışmaya başlamıştı. Ama Halil’in içindeki bir şey değişmişti. Eskiden her sorun için bir planı, her plan için bir çözümü vardı. Şimdi bazen durup düşünüyordu: “Ya bazı şeylerin çözümü beklemekse?”
Emine ise köydeki kadınlarla birlikte “don zamanı” diye bir gelenek başlattı. Her yıl kışın en soğuk gecesinde birlikte toplanıyor, çorba yapıyor, ateş yakıyorlardı. “İnsanın içi üşümesin yeter,” diyordu Emine.
Bir akşam Halil elinde yeni bir termometreyle eve geldi, gülümseyerek “Artık tahmin yapmayacağım,” dedi. “Sadece dinleyeceğim.”
Emine anlamlı bir bakışla karşılık verdi: “Toprağı mı, kendini mi?”
Halil güldü. “İkisini de.”
---
[color=]6. Bölüm: Soruya Dönüş[/color]
Bir forumdaşın sorduğu gibi: “Akdeniz ikliminde don olur mu?”
Cevap: Evet, olur. Ama sadece doğada değil.
Bazen ilişkilerde, bazen kalpte, bazen umutta da don olur.
Fakat Akdeniz’in sıcağına güvenen her çiftçi bilir — hiçbir don sonsuza kadar sürmez.
Toprak yeterince sabırla beklerse, yeniden yeşerir.
---
[color=]Son Söz: Sizde Don Oldu mu Hiç?[/color]
Sevgili forumdaşlar,
Siz hiç donmuş bir sabah gördünüz mü? Ya da hayatınızda bir dönüm noktasında, içiniz buz kesip sonra güneşi hissettiniz mi?
Belki “Akdeniz’de don olmaz” diye düşündüğünüz bir duygu, bir ilişki, bir umut bile bir sabah sizi şaşırtmıştır.
Gelin bu başlıkta sadece meteorolojiden değil, yaşamın kendi ikliminden konuşalım.
Akdeniz’in sıcak topraklarında bile don oluyorsa, belki hepimizin içinde biraz kış, biraz da bahar vardır.
Peki sizce hangisi daha güçlü: soğuk mu, yoksa yeniden doğmak?
Merhaba dostlar,
Bugün sizlerle bir hikâye paylaşmak istiyorum. Belki biraz duygusal, belki biraz düşündürücü. Ama en çok da “Akdeniz ikliminde don olur mu?” sorusuna bambaşka bir gözle bakmanızı sağlayacak bir hikâye.
Hani bazen doğa, insanın ruh halini yansıtır ya — güneşin altında bile içimize bir soğukluk çöker. İşte bu hikâye, tam da o soğuklukla yüzleşen iki insanın hikâyesi: biri çözüm arayan, diğeri anlam arayan.
---
[color=]1. Bölüm: Sıcak Topraklarda Bir Soğuk Sabah[/color]
Mersin’in bir köyünde, sabahın ilk ışıklarıyla uyanan Halil, limon bahçesinin kenarında sigarasını yakarken toprağın çatlamış yüzeyine baktı. Bir gece önce sabaha kadar rüzgâr esmiş, termometre sıfırın altını göstermişti.
“Akdeniz’de don olur mu?” diye söylendi kendi kendine.
Yıllardır çiftçilik yapıyordu. Hava tahminlerini ezberler, toprakla konuşur gibi davranırdı. Ama bu sabah, limon ağaçlarının yaprakları kararmış, dallar kırağıyla kaplanmıştı.
Tam o sırada, eşi Emine sessizce yanına geldi. Elinde bir fincan sıcak çay, üzerinde yün şal.
“Yine sabahın köründe bahçeye mi indin Halil?” dedi, sesi yumuşak ama endişeliydi.
Halil derin bir nefes aldı. “Emine, don vurmuş. Geceden beri uğraştım ama olmadı. Sobaları kuramadık, motoru çalıştırmadım. Olmaz sandım. Akdeniz’de don mu olurmuş?”
Emine sustu. O an sadece ağaçlara baktı. Dalların üzerindeki buz tabakası, güneş doğdukça parlıyor, eridikçe damlalar yere düşüyordu.
“Olur Halil,” dedi usulca. “İnsanın kalbinde bahar bile olsa, bazen bir soğuk gelir. Yine de sabah olur.”
---
[color=]2. Bölüm: Çözüm Arayan Adam, Anlam Arayan Kadın[/color]
Halil için bu bir savaş gibiydi. Bahçedeki her ağaç, yılların emeğiydi. Hemen harekete geçti:
- Toprak termometresini kontrol etti,
- Don pervanelerini temizledi,
- Sulama hattını açtı,
- Kalan limonları kurtarmak için plastik brandaları serdi.
Onun dünyasında duygular değil, sonuçlar önemliydi. “Bu zararı minimuma indirmem lazım,” diyordu kendi kendine. Çünkü kayıplar, onun gururuna dokunuyordu.
Emine ise o sabah evin içinde dolaşırken, pencereden bahçeyi izliyordu. Kocası donla uğraşırken, o sessizce köydeki kadınlara mesaj attı. “Don vurmuş, çocuklar için sıcak çorba yapalım mı? Bahçelerde çalışanlar var.”
Halil’in stratejisi ağaçları kurtarmaktı; Emine’ninki insanları ısıtmaktı.
Birinin elinde termometre, diğerinin elinde çorba kepçesi vardı. Ama ikisi de aynı şey için çabalıyordu: yaşamı korumak.
---
[color=]3. Bölüm: Akdeniz’in Soğuk Yüzü[/color]
Günün ilerleyen saatlerinde köyde dedikodu yayılmıştı: “Don vurmuş, limonlar gitti.”
Kimisi “Bu iklimde de olur muymuş böyle şey?” diye şaşırıyor, kimisi “İklimler karıştı artık, şaşmaz hiçbir şey kalmadı” diyordu.
Halil akşam üzeri köy kahvesine gittiğinde herkes aynı konuyu konuşuyordu.
Biri, “Ben kuzeyden geldim, orada don beklenir; ama burası başka,” dedi.
Bir diğeri, “Artık Akdeniz bile güvenli değil, eskiden bu zamanlar denize girerdik,” diye ekledi.
Halil sessizce oturdu, bir süre dinledi. Sonra başını kaldırıp şöyle dedi:
“Arkadaşlar, doğa bile değişiyorsa, bizim inadımızın ne anlamı var? Akdeniz’de don olmaz sanmak, insanın kendini kandırmasıymış. Belki biz de bazı şeyleri donduruyoruz, farkında olmadan…”
Kahve sustu. O an herkesin yüzünde kendi donu vardı — kimisi umutlarını, kimisi hayallerini, kimisi sevdiklerini dondurmuştu.
---
[color=]4. Bölüm: Gecenin Sessizliği, İnsanın Kırılganlığı[/color]
O gece Halil yine bahçeye indi. Hava hâlâ soğuktu, ama gökyüzü yıldızlarla doluydu. Yavaşça bir ağacın yanına oturdu, elini buz tutmuş bir dala sürdü.
Emine arkasından geldi, sessizce yere oturdu.
“Bak,” dedi Halil, “şu dallar geçen yıl ne kadar yeşildi. Şimdi hepsi ölü gibi.”
Emine elini onun elinin üstüne koydu.
“Ölü değil Halil. Donmak ölmek değildir. Donmak bazen beklemektir. Güneş yine doğacak, belki biraz zaman alacak ama kökler sağlam.”
Halil o anda karısına baktı, ilk kez yıllardır böyle sessiz bir teselliye ihtiyaç duyduğunu fark etti. Emine, toprak gibi konuşuyordu — yavaş ama derin.
---
[color=]5. Bölüm: Donun Ardından Gelen Uyanış[/color]
Birkaç hafta geçti. Kırılan dallar budandı, toprağa yeni fidanlar dikildi.
Köyde herkes yeniden çalışmaya başlamıştı. Ama Halil’in içindeki bir şey değişmişti. Eskiden her sorun için bir planı, her plan için bir çözümü vardı. Şimdi bazen durup düşünüyordu: “Ya bazı şeylerin çözümü beklemekse?”
Emine ise köydeki kadınlarla birlikte “don zamanı” diye bir gelenek başlattı. Her yıl kışın en soğuk gecesinde birlikte toplanıyor, çorba yapıyor, ateş yakıyorlardı. “İnsanın içi üşümesin yeter,” diyordu Emine.
Bir akşam Halil elinde yeni bir termometreyle eve geldi, gülümseyerek “Artık tahmin yapmayacağım,” dedi. “Sadece dinleyeceğim.”
Emine anlamlı bir bakışla karşılık verdi: “Toprağı mı, kendini mi?”
Halil güldü. “İkisini de.”
---
[color=]6. Bölüm: Soruya Dönüş[/color]
Bir forumdaşın sorduğu gibi: “Akdeniz ikliminde don olur mu?”
Cevap: Evet, olur. Ama sadece doğada değil.
Bazen ilişkilerde, bazen kalpte, bazen umutta da don olur.
Fakat Akdeniz’in sıcağına güvenen her çiftçi bilir — hiçbir don sonsuza kadar sürmez.
Toprak yeterince sabırla beklerse, yeniden yeşerir.
---
[color=]Son Söz: Sizde Don Oldu mu Hiç?[/color]
Sevgili forumdaşlar,
Siz hiç donmuş bir sabah gördünüz mü? Ya da hayatınızda bir dönüm noktasında, içiniz buz kesip sonra güneşi hissettiniz mi?
Belki “Akdeniz’de don olmaz” diye düşündüğünüz bir duygu, bir ilişki, bir umut bile bir sabah sizi şaşırtmıştır.
Gelin bu başlıkta sadece meteorolojiden değil, yaşamın kendi ikliminden konuşalım.
Akdeniz’in sıcak topraklarında bile don oluyorsa, belki hepimizin içinde biraz kış, biraz da bahar vardır.
Peki sizce hangisi daha güçlü: soğuk mu, yoksa yeniden doğmak?