Selin
New member
Boyoz Kimlere Ait? Bir Hikâyenin İçinden Doğan Soru
Hepinizle küçük bir hikâye paylaşmak istiyorum dostlar… Hani bazı yiyecekler vardır ya, sadece karnımızı doyurmaz; belleğimizin en derin köşelerine kazınır, geçmişimizi hatırlatır, bizi birbirimize bağlar. İşte boyoz da benim için öyle bir şey. Ama bu hikâyede mesele sadece bir hamur işi değil; aitlik, kökler, sahiplenme ve paylaşmanın ruhu.
Sabahın Sessizliğinde Boyoz Kuyruğu
İzmir’in dar sokaklarından birinde, sabahın serinliğinde fırının önünde uzayan kuyruk… Çocukluğumun en sıcak anılarından biri. Annem elimden tutar, babam ise arada bir şaka yapar:
— “Sıcak sıcak boyozu kapamazsak bütün İzmir uyanır bizden önce.”
Babam stratejik adamdı, hep plan yapardı. “En iyi boyoz şu fırında çıkar, ama şu saatte gidersen tazesi tükenir,” diye hesaplar yapardı. Annem ise daha farklı yaklaşırdı; fırıncıyla göz göze gelince, “Oğlum dün akşam çok yorgundu, ama yine de sabah kalkıp hamur açtı,” der, empati kurardı. Babamın aklı planla doluyken, annemin gönlü ilişkilerle doluydu. İşte boyozu da o yüzden ayrı severdim; hem stratejinin hem de duygunun birleştiği yerde doğuyordu.
Boyozun Yolculuğu
Ama işin aslına gelirsek, boyoz İzmir’in “öz be öz” lezzeti gibi görülse de aslında kökeni çok daha derinlere uzanıyor. 15. yüzyılda İspanya’dan sürgün edilen Sefarad Yahudileri, yanlarında sadece anılarını değil, mutfak kültürlerini de getirdiler. “Bollo” dedikleri bu hamur işi, zamanla İzmir’in sıcak topraklarında boyoz adıyla yeniden hayat buldu.
O günlerde insanlar evlerinde boyoz yapar, komşularıyla paylaşırdı. Sadece açlık değil, birlikte yaşamanın anlamı doyurulurdu. Zaman geçti, göçler oldu, kültürler birbirine karıştı. Ama boyoz, o karışımın içinde hem kimliğini korudu hem de yeni bir kimlik kazandı: İzmirli kimliği.
Kime Ait?
Bir gün üniversite yıllarımda bir tartışmaya denk gelmiştim. Arkadaşlardan biri, “Boyoz İzmir’in milli yemeği!” diyordu. Bir diğeri itiraz etti: “Hayır, o Yahudilere ait. Biz sadece devamını getiriyoruz.” O sırada ben sustum, çünkü aklımda annemin sıcak bakışlarıyla babamın stratejik tavrı çarpışıyordu.
Belki de boyozu tek bir millete, tek bir şehre ait kılmak haksızlık olurdu. Çünkü o, hem göçün acısını hem de yeni bir hayata tutunmanın sevincini taşıyordu. Boyoz, paylaşılınca anlam kazanıyordu; tıpkı kimliğin tek başına değil, birlikte var olması gibi.
Bir Masanın Etrafında
Geçen yıl bir yaz sabahı, eski dostlarla buluştuk. Masada boyoz, yanında yumurta, bir de çay… Ahşap masa etrafında herkes farklı bir şey söyledi:
— Ali: “Bence boyoz bize ait, çünkü biz onu bu topraklarda sahiplendik.” (Çözüm odaklı, meseleye sahiplenme yönünden bakan erkek yaklaşımı…)
— Elif: “Ama unutma, onu buraya getirenler de acılarını, umutlarını koydu içine. Onları yok saymak haksızlık.” (Empatiyle yaklaşan kadın sesi…)
— Mehmet: “Tartışmayı bırakın, strateji şu: En sıcak boyozu kim kapacak?” (Bir yandan şakalaşan, bir yandan stratejik bakan erkek aklı…)
— Ayşe: “Benim için boyoz, çocukluğumda annemle gittiğim fırının kokusu. Kimden geldiği önemli değil; bizi bir arada tutması önemli.” (İlişkilere odaklanan kadın sesi…)
Masada gülüştük, sustuk, sonra yine gülüştük. O an anladım ki boyozun asıl ait olduğu yer bizim soframızdı; birlikte oturduğumuz, tartıştığımız, paylaştığımız o an.
Aitlikten Paylaşmaya
Bugün hâlâ sabahın erken saatlerinde fırın önünde kuyrukta beklerken, annemin sıcak bakışıyla babamın stratejik planlarını hissediyorum. Biliyorum ki boyoz kime ait sorusu, aslında kiminle paylaşıldığı sorusu. Çünkü yiyecekler sadece midemizi değil, kimliğimizi de doyurur.
Boyoz Yahudilerin sürgününden doğdu, İzmir’in ruhunda büyüdü, bizim soframızda yerini aldı. O yüzden tek birine ait değil; herkese ait, hepimize ait. Ama en çok da, paylaşmayı bilenlere…
Sizce?
Şimdi dönüp size sormak istiyorum forumdaşlar: Sizce boyoz gerçekten bir yere, bir halka mı ait, yoksa hepimizin ortak belleğinde yaşayan bir tat mı? Belki de mesele sahiplik değil, hatıraları yaşatmak… Siz de kendi boyoz hikâyenizi anlatın. Bakalım kimlerin masasında nasıl anlamlar taşımış?
---
Kelime sayısı: ~820
Hepinizle küçük bir hikâye paylaşmak istiyorum dostlar… Hani bazı yiyecekler vardır ya, sadece karnımızı doyurmaz; belleğimizin en derin köşelerine kazınır, geçmişimizi hatırlatır, bizi birbirimize bağlar. İşte boyoz da benim için öyle bir şey. Ama bu hikâyede mesele sadece bir hamur işi değil; aitlik, kökler, sahiplenme ve paylaşmanın ruhu.
Sabahın Sessizliğinde Boyoz Kuyruğu
İzmir’in dar sokaklarından birinde, sabahın serinliğinde fırının önünde uzayan kuyruk… Çocukluğumun en sıcak anılarından biri. Annem elimden tutar, babam ise arada bir şaka yapar:
— “Sıcak sıcak boyozu kapamazsak bütün İzmir uyanır bizden önce.”
Babam stratejik adamdı, hep plan yapardı. “En iyi boyoz şu fırında çıkar, ama şu saatte gidersen tazesi tükenir,” diye hesaplar yapardı. Annem ise daha farklı yaklaşırdı; fırıncıyla göz göze gelince, “Oğlum dün akşam çok yorgundu, ama yine de sabah kalkıp hamur açtı,” der, empati kurardı. Babamın aklı planla doluyken, annemin gönlü ilişkilerle doluydu. İşte boyozu da o yüzden ayrı severdim; hem stratejinin hem de duygunun birleştiği yerde doğuyordu.
Boyozun Yolculuğu
Ama işin aslına gelirsek, boyoz İzmir’in “öz be öz” lezzeti gibi görülse de aslında kökeni çok daha derinlere uzanıyor. 15. yüzyılda İspanya’dan sürgün edilen Sefarad Yahudileri, yanlarında sadece anılarını değil, mutfak kültürlerini de getirdiler. “Bollo” dedikleri bu hamur işi, zamanla İzmir’in sıcak topraklarında boyoz adıyla yeniden hayat buldu.
O günlerde insanlar evlerinde boyoz yapar, komşularıyla paylaşırdı. Sadece açlık değil, birlikte yaşamanın anlamı doyurulurdu. Zaman geçti, göçler oldu, kültürler birbirine karıştı. Ama boyoz, o karışımın içinde hem kimliğini korudu hem de yeni bir kimlik kazandı: İzmirli kimliği.
Kime Ait?
Bir gün üniversite yıllarımda bir tartışmaya denk gelmiştim. Arkadaşlardan biri, “Boyoz İzmir’in milli yemeği!” diyordu. Bir diğeri itiraz etti: “Hayır, o Yahudilere ait. Biz sadece devamını getiriyoruz.” O sırada ben sustum, çünkü aklımda annemin sıcak bakışlarıyla babamın stratejik tavrı çarpışıyordu.
Belki de boyozu tek bir millete, tek bir şehre ait kılmak haksızlık olurdu. Çünkü o, hem göçün acısını hem de yeni bir hayata tutunmanın sevincini taşıyordu. Boyoz, paylaşılınca anlam kazanıyordu; tıpkı kimliğin tek başına değil, birlikte var olması gibi.
Bir Masanın Etrafında
Geçen yıl bir yaz sabahı, eski dostlarla buluştuk. Masada boyoz, yanında yumurta, bir de çay… Ahşap masa etrafında herkes farklı bir şey söyledi:
— Ali: “Bence boyoz bize ait, çünkü biz onu bu topraklarda sahiplendik.” (Çözüm odaklı, meseleye sahiplenme yönünden bakan erkek yaklaşımı…)
— Elif: “Ama unutma, onu buraya getirenler de acılarını, umutlarını koydu içine. Onları yok saymak haksızlık.” (Empatiyle yaklaşan kadın sesi…)
— Mehmet: “Tartışmayı bırakın, strateji şu: En sıcak boyozu kim kapacak?” (Bir yandan şakalaşan, bir yandan stratejik bakan erkek aklı…)
— Ayşe: “Benim için boyoz, çocukluğumda annemle gittiğim fırının kokusu. Kimden geldiği önemli değil; bizi bir arada tutması önemli.” (İlişkilere odaklanan kadın sesi…)
Masada gülüştük, sustuk, sonra yine gülüştük. O an anladım ki boyozun asıl ait olduğu yer bizim soframızdı; birlikte oturduğumuz, tartıştığımız, paylaştığımız o an.
Aitlikten Paylaşmaya
Bugün hâlâ sabahın erken saatlerinde fırın önünde kuyrukta beklerken, annemin sıcak bakışıyla babamın stratejik planlarını hissediyorum. Biliyorum ki boyoz kime ait sorusu, aslında kiminle paylaşıldığı sorusu. Çünkü yiyecekler sadece midemizi değil, kimliğimizi de doyurur.
Boyoz Yahudilerin sürgününden doğdu, İzmir’in ruhunda büyüdü, bizim soframızda yerini aldı. O yüzden tek birine ait değil; herkese ait, hepimize ait. Ama en çok da, paylaşmayı bilenlere…
Sizce?
Şimdi dönüp size sormak istiyorum forumdaşlar: Sizce boyoz gerçekten bir yere, bir halka mı ait, yoksa hepimizin ortak belleğinde yaşayan bir tat mı? Belki de mesele sahiplik değil, hatıraları yaşatmak… Siz de kendi boyoz hikâyenizi anlatın. Bakalım kimlerin masasında nasıl anlamlar taşımış?
---
Kelime sayısı: ~820